Analiz

Yeni START’ın Bitişi: Nükleer Yarışa Dönüş mü?

ABD ile Rusya arasında resmi bir anlaşma olmaksızın karşılıklı sınırlama modeli gündeme gelebilir.
Avrupa’nın bağımsız nükleer caydırıcılık ve stratejik otonomi çabalarını hızlandırması beklenmektedir.
Küresel ölçekte nükleer silahlanma yarışı, hipersonik sistemler ve yapay zeka destekli teknolojiler etrafında daha yoğun ve kontrolsüz bir şekilde tırmanabilecektir.

Paylaş

Yeni START Anlaşması’nın geleceği uluslararası gündemin ön sıralarında yer almakta ve Anlaşma’nın 2026 yılında sona erecek olması nükleer silahların kontrolü konusunda ciddi endişeler yaratmaktadır. Kremlin Sözcüsü Dmitri Peskov, mevcut şartlar altında Amerika Birleşik Devletleri’yle (ABD) yeni bir nükleer silah azaltımı anlaşmasının “hayal edilemez” olduğunu ifade etmektedir.[1] Bu açıklamalar, Ukrayna Savaşı ve ABD-Rusya arasındaki derinleşen güvensizliğin yeni bir stratejik silah kontrol çabasının önünde önemli bir engel olduğuna işaret etmektedir.

Rusya’nın 2023 yılında Yeni START Anlaşması’ndan katılımını askıya almış olması nedeniyle günümüzde taraflar arasında etkin bir doğrulama ve denetim mekanizması bulunmamaktadır. Taraflar artık karşılıklı veri paylaşımı yapmamakta, sahada denetim uygulamamakta ve bildirime dayalı yükümlülükleri yerine getirmemektedir. Ancak anlaşmanın 2026 yılında tamamen sona ermesi, yalnızca pratikte değil, hukuken de tüm denetim rejimlerinin ortadan kalkması anlamına gelecektir. Böyle bir ortamda, silahların sayısı ve kapasitesi üzerindeki tüm kontrollerin kalkması, stratejik belirsizliklerin daha da derinleşmesine ve nükleer caydırıcılık dengesinin daha kırılgan bir yapıya bürünmesine yol açabilecektir.

Mevcut jeopolitik ortamda, yeni bir stratejik silah kontrol anlaşmasının kısa vadede mümkün görünmediği değerlendirilmektedir. Rusya’nın özellikle taktik nükleer silahlardaki avantajını koruma isteği, daha şeffaf ve yoğun doğrulama rejimlerini kabul etmeye yanaşmayabileceği ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Bu durum, Moskova’nın Ukrayna Savaşı ve Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün (NATO) genişleyen etkisini, yeni anlaşmalardan kaçınmak için kullanabileceği bir diplomatik zemin olarak kurguladığının bir işareti olabilir.

ABD tarafından ise Yeni START Anlaşması’nın sona ermesi durumunda “geçici karşılıklı sınırlama” modeli benimseneceği öngörülebilir. Bu model, Reagan döneminde SALT II Anlaşması yürürlükte değilken Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ile benimsenmiş bir yaklaşım olup şimdiki koşullarda da tarafların resmi anlaşma olmaksızın fiili sınırlamalar uygulaması olası görülmektedir.[2] Ancak bu türden gayri resmi yaklaşımların uzun vadede kalıcı istikrar sağlaması güç görünmektedir.

ABD’nin aynı zamanda nükleer modernizasyon programlarını hızlandırması olası görünmektedir. Columbia sınıfı balistik denizaltılar, Sentinel ICBM’ler ve B-21 gizli bombardıman uçakları gibi sistemlerin devreye alınmasıyla ABD’nin Rusya ve Çin’e karşı çok katmanlı caydırıcılık stratejisi oluşturacağı öngörülebilir.

Öte yandan Çin’in nükleer kapasitesindeki artış, onu küresel stratejik istikrarın merkez aktörlerinden biri haline getirmiştir. ABD ve Rusya, Çin’i de kapsayan yeni bir denge kurmak isteyebilir. Ancak Pekin, halen nükleer kapasitesinin ABD ve Rusya’nın gerisinde olduğunu savunarak çok taraflı kısıtlamalara mesafeli yaklaşmaktadır. Gelecekte Çin’in küresel liderlik iddialarını sürdürme arzusu ve ekonomik çıkarlarını koruma isteği, Pekin’i daha yapıcı bir pozisyona itebilir. Bu doğrultuda üçlü müzakerelerin orta-uzun vadede başlaması mümkün görünmektedir. Ancak kısa vadede, Çin’in çekimser tutumu nedeniyle somut bir ilerleme kaydedilmesi oldukça güç görünmektedir.

Rusya’nın 2021 yılında Yeni START’ı uzatmayı kabul etmiş olması, Moskova’nın o dönemde stratejik istikrarı koruma, yeni nesil nükleer sistemlerinin (Avangard, Sarmat vb.) geliştirilmesi için zaman kazanma ve uluslararası kamuoyunda yapıcı bir aktör olarak görünme arayışında olduğuna işaret etmektedir. Trump’tan Biden’a geçiş süreciyle birlikte ABD’nin silah kontrolüne yeniden önem vereceğinin anlaşılması, Rusya için bu uzatmanın diplomatik bir kazanç yaratacağı beklentisini güçlendirmiştir. Ayrıca Çin’in hızla artan nükleer kapasitesine karşı ABD ile sınırlı da olsa bir denge kurma gereksinimi, Moskova’nın bu kararı desteklemesine zemin hazırlamıştır.

Ancak bu koşulların bugün ortaya çıkardığı gerçeklik, farklı bir stratejik tabloyu işaret etmektedir. 2025 yılı itibarıyla Ukrayna Savaşı’yla birlikte Rusya’nın Batı’yla tüm güven temelli ilişkileri kopmuş; Kremlin’de daha agresif bir yaklaşım hâkim olmuştur. Bu durum, geçmişte stratejik dengeyi korumak amacıyla atılan adımların, günümüzde Rusya’nın nükleer kapasitesini denetimsiz biçimde artırmak için bir zemin oluşturduğu sonucuna götürmektedir. Özellikle taktik nükleer silahlarda sağlanan üstünlük, Moskova’nın yeni bir silah kontrol rejimine dahil olmaktan kaçınmasına ve mevcut üstünlüğü koruma stratejisini sürdürmesine hizmet etmektedir.

Dolayısıyla 2021 yılında pragmatik çıkarlarla yapılan uzatma kararı, günümüzde Rusya’nın nükleer rekabeti daha riskli bir zeminde sürdürmesine ve uluslararası silah kontrol mimarisinden uzaklaşmasına zemin hazırlamış görünmektedir.

Mevcut eğilimler devam ettiği takdirde, anlaşmasız bir döneme girilmesi en gerçekçi olasılık olarak değerlendirilmektedir. Böyle bir dönemde, hipersonik silahlar, yapay zekâ destekli komuta-kontrol sistemleri ve uzay tabanlı izleme teknolojilerinin gelişimi nükleer dengeyi daha da kırılgan hale getirecektir.

Rusya’nın denetimden uzak taktik nükleer kapasitesini artırması ve ABD’nin nükleer modernizasyon programlarına hız vermesiyle birlikte her iki taraf da birbirlerinin niyetlerinden emin olamayacak ve karşılıklı şüpheler yeni silahlanma döngülerini tetikleyebilecektir. Avrupa’da Fransa ve Almanya gibi ülkelerin bağımsız nükleer caydırıcılık stratejileri geliştirme eğilimi güçlenebilecektir. NATO’nun da nükleer strateji belgelerini yeniden tanımlaması ve doğu kanadındaki askeri tahkimatı artırması olası gelişmeler arasındadır.

Diplomatik kanallarda ise Avrupa’nın Çin üzerinde daha fazla baskı kurarak onu şeffaflık adımlarına zorlaması, Batı ittifakının uzun vadeli stratejik hedeflerinden biri haline gelebilecektir. Buna karşın Rusya’nın Çin’le daha yakın bir stratejik işbirliğine yönelmesi ve Avrasya merkezli güvenlik düzenlemelerini güçlendirmesi de mümkün senaryolar arasındadır.

Sonuç olarak Yeni START Anlaşması’nın sona ermesi, çok kutuplu bir nükleer rekabet dönemine girilmesine zemin hazırlamaktadır. Yeni bir anlaşma ihtimali uzun vadede mümkün gözükmekle birlikte, kısa vadede ciddi engellerle karşı karşıyadır. Anlaşmasız bir dönemin başlaması halinde dünya nükleer denge açısından daha kırılgan, istikrarsız ve riskli bir döneme girebilir. Bu ortamda küçük krizlerin hızla büyüyerek büyük çaplı çatışmalara dönüşme olasılığı artacaktır. Avrupa’nın stratejik otonomiye yönelmesi, NATO’nun nükleer politikalarını yeniden şekillendirmesi ve küresel silahlanma yarışının hipersonik ve yapay zekâ destekli sistemler ekseninde hızlanması, önümüzdeki dönemin belirgin dinamikleri arasında yer alacaktır.


[1] “Russia Will Not Return to Yeni START Treaty — Lavrov”, TASS Agency, https://tass.com/politics/1943571, (Erişim Tarihi: 21.04.2025).

[2] “Averting Unconstrained Nuclear Risks with Russia”, RAND Corporation, https://www.rand.org/pubs/commentary/2025/04/averting-unconstrained-nuclear-risks-with-russia.html, (Erişim Tarihi: 21.04.2025).

Aybike VRESKALA
Aybike VRESKALA
Hacettepe Üniversitesi İngilizce-Fransızca Mütercim ve Tercümanlık (Çift Anadal) ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü (Özel Öğrenci)

Benzer İçerikler