Tarih:

Paylaş:

Türkiye’nin Irak’taki Askeri Varlığının Hukuksal Zemini

Benzer İçerikler

BM Antlaşması’nın 2/4. maddesindeki kuvvet kullanma yasağı ve yine 2/7. maddesindeki iç işlerine müdahale yasağı ile devletler, uluslararası hukukta askeri güç kullanımı noktasında diğer devletlerin egemenliğini ve ülkesel bütünlüğünü ihlal edecek biçimde askeri müdahalede bulunmaktan men edilmişlerdir. Bu yasaklama kriterlerinin  istisnasını oluşturacak biçimde gerek ikili antlaşmalar çerçevesinde gerekse BM Antlaşması’nın amaçları dahilinde devletler askeri güç kullanabilmekte ve diğer devletlerin ülkesel yetki sahalarında asker bulundurabilmektedirler. Bu temel prensipler ekseninde Türkiye’nin Irak’ta asker bulundurmasının gerek kuvvet kullanma yasağına gerekse egemenlik sahasına ilişkin bir uyuşmazlığa sebebiyet verip vermediğini değerlendirme noktasında temel hukuksal belgeleri irdelemek gerekmektedir.

3314 sayılı “Saldırının Tanımına İlişkin BM Genel Kurulu Kararı’nın” 3/5. maddesinde “bir devletin başka bir devlette ikili antlaşmalar çerçevesinde silahlı kuvvet bulundurması o devletin rızası dahilinde cereyan etmelidir ve antlaşmanın sona ermesinden sonra silahlı kuvvetlerin ülkeden çekilmemesi saldırı fiili niteliği taşımaktadır” hükmüne yer verilmiştir.

Yukarıda ele alınan hüküm çerçevesinde bir devletin ülkesinde yabancı silahlı kuvvetlerin bulunması rızaya dayanmayan bir şekilde ortaya çıkıyorsa saldırı olarak değerlendirildiğinden kuvvet kullanma yasağına aykırı hale gelmektedir. Bir devletin silahlı kuvvetlerinin ev sahibi devletin ülkesinde askeri eğitim sebebiyle veya diğer sebeplerle bulunması için gerekli şartın rıza olduğu değerlendirilirse, Türkiye’nin Irak’taki askeri varlığının Irak ve Kürdistan nden alınan rıza ve ötesinde talep doğrultusunda bir konuşlanmayla ilintili olduğu realitesini anımsamakta fayda bulunmaktadır.

Irak Başbakanı Haydar İbadi’nin Aralık 2014’te Türkiye’yi ziyaretinde IŞİD’e karşı etkin işbirliği noktasında Ankara’dan “silah, askeri eğitim ve istihbarat paylaşımı” talep ettiği  değerlendirildiğinde, Türkiye bu talep doğrultusunda Başika’da kurulmuş olan eğitim tesisinde 2015 Mart ayından bu yana faaliyetlerini sürdürmektedir.Bununla birlikte, 2003 Irak Müdahalesinden sonra kurulan Irak hükümetleri ile Türkiye arasında El Kaide ve PKK ile mücadelede ve Irak güvenlik güçlerinin eğitimi konusunda çok sayıda işbirliği anlaşması imzalanmıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu antlaşmalar ekseninde Irak’ta bulunduğu ve bu nedenle Türkiye’nin Irak’ın egemenliğini ihlal etmediği söylenebilir.

Başika’daki askeri üssün bir eğitim tesisi olduğu ve Musul Valiliği ile Irak Savunma Bakanlığı’nın koordinasyonu dahilinde kurularak faaliyetlerine devam ettiği dikkate alındığında operasyonel bir askeri gücün konuşlanmasından ziyade terörle mücadelede ortak bir doktrin ortaya koyma çabasının bir unsuru olarak Türkiye’nin bölgede bulunduğu değerlendirmesini yapmak gerekmektedir.

BM Güvenlik Konseyi’nin 19 Kasım 2015’te aldığı 2249 sayılı Kararı’nda üye devletleri IŞİD’e karşı tüm gerekli önlemleri almaya çağırması ve IŞİD’in uluslararası barış ve güvenliğe yönelik “emsalsiz” bir tehdit oluşturduğunu ifade etmesi, gerek uluslararası komisyonun bir parçası olması gerekse doğrudan Işid saldırılarına hedef olması noktasında Türkiye’yi müdahale gücünün bir parçası halinde getirmektedir. BM’nin IŞİD tarafından Ankara’da gerçekleştirilen ve 103 kişinin yaşamını yitirdiği saldırıya da atıfta bulunduğunu dikkate alırsak, uluslararası hukuktan doğan bir meşru müdafaa ve kuvvet kullanımına ilişkin oluşturulan komisyonun bir parçası olarak Türkiye’nin bölgede bulunmasına ilişkin ikinci bir karine ortaya çıkmaktadır.

Hukuksal sürecinde uluslararası boyutları dikkate alındığında devletin egemenlik sahasına müdahalede ve silahlı kuvvet bulundurma kabiliyeti noktasında “rıza” müessesesinin yanına devletin meşru müdafaa süreci eklendiğinde, toprak bütünlüğünün ihlal edildiğini iddia eden devletin uluslararası sorumluluklarını yerine getirmesi beklenmektedir ki, bu noktada Irak Merkezi Yönetiminin Irak’ın kuzeyi noktasında karar alıcı organ olmaktan uzaklaşması gerçeğiyle karşılaşılmaktadır.

BM Antlaşması’nın “uluslararası barış ve güvenliğin bozulması veya uluslararası barışın tehdit edilmesi veya saldırı eylemlerinin varlığını saptadığı takdirde BM Güvenlik Konseyi’ne kuvvet kullanımını da içeren yaptırım kararları alabilmesini düzenleyen” VII. Bölümü irdelenirse, 2249 sayılı kararda  BM Antlaşması’nın 39. Maddesine uygun olarak IŞİD’in uluslararası barış ve güvenliğe tehdit olduğu saptaması yapılmıştır. Kararda doğrudan bir yaptırım mekanizması öngörmemesine rağmen devletlerin tüm önlem ve tedbirleri uluslararası hukuk ekseninde alması gerektiğine açık bir vurgu bulunmaktadır.

Genel kabul gören kuralların zeminini oluşturan BM Antlaşması’nın 51. Maddesi ele alındığında Türkiye’nin gerek sınır güvenliği gerekse ülkesel yetki sahasının ihlalini önlemek amacıyla önleyici müdahale ve önleyici tedbir koşullarını olgunlaştırmak maksadıyla bölgede bulunma kabiliyeti olduğu açıktır. Özellikle Musul’un fiili durumu ve hukuksal statüsüne dair Irak Merkezi Yönetiminin bölgedeki etki sahasında yaşadığı zaafiyet alanda büyük bir otorite boşluğuna delil gösterilebilir.

Irak’ın kuzeyinde konuşlanan ve küresel anlamda tehdit teşkil eden terör örgütlenmelerinin açık varlığı gözlemlendiğinde, bir devletin komşu devlete yönelik saldırıları engelleyememesi halinde saldırıya uğrayan devletin meşru müdafaa adına sınır ötesi operasyon düzenleme yetkisi doğmaktadır ki, bu noktada tüm hukuksal sürecin başlangıcı olarak ele alınması gereken 1926 tarihli Ankara Antlaşması’nın ilgili hükümlerine atıfta bulunmak gerekmektedir.

Türkiye ile Irak arasındaki sınırı belirleyen ve komşuluk ilişkilerini düzenleyen Ankara Antlaşması”, Türkiye, Irak ve İngiltere arasında, 5 Haziran 1926 tarihinde imzalanmış ve İngiltere’nin bölgeden çekilmesiyle birlikte Türkiye ile Irak arasındaki ilişkilerin temel belirleyicisi olmuştur. Antlaşmanın 6. maddesi dönemin koşulları değerlendirildiğinde münferit silahlı olayların nasıl önleneceğine ilişkin bir yol haritası ortaya koymuştur. “Taraflar bir veya birkaç silahlı kişinin sınır mıntıkasında yağmacılık veya eşkiyalık yapmak maksadıyla girişecekleri hazırlıklara, sahip oldukları bütün vasıtalarla karşı koymayı ve bunların sınırdan geçmelerine mani olmayı karşılıklı olarak taahhüt ederler.”

Antlaşmanın 7. ve 8. maddesi ise karşılıklı bir işbirliği ve istihbarat sürecini düzenlemiştir. “Yetkili memurlar sınır mıntıkasında yağmacılık veya eşkiyalık yapmak için bir veya birkaç silahlı kişinin hazırlıklarda bulunduklarını haber aldıklarında ihmal etmeden birbirlerini haberdar edeceklerdir.”

“Yetkili memurlar, bulundukları yerlerde yapılmış olabilecek bütün yağmacılık ve haydutluk fiillerinden karşılıklı olarak birbirlerine haber vereceklerdir. Haberdar edilecek memurlar ellerindeki bütün vasıtalarla söz konusu fiillerin fâillerinin sınırdan geçmelerine mani olmaya gayret edeceklerdir.”

Ankara Antlaşması sınır ihlallerine ilişkin olarak suçluların iadesi prensibini de benimsemiş ve 9. maddesinde, “Silahlı bir veya birkaç kişi sınır mıntıkasında bir cinayet veya cürüm işledikten sonra diğer sınır mıntıkasına ilticâ ederse oranın, bu kişileri silahları ve yağma ettikleri eşya ile birlikte, uyruğu bulunduğu tarafa teslim etmesi mecburîdir” hükmüne yer vermiştir.

Antlaşma mevzubahis işbirliğinin Türkiye ile Irak sınırlarının iki yanındaki 75 km’lik alanı kapsadığını ve bu bölgede iki taraf devletin de suç girişimlerini önleme noktasındaki zorunlu gayretini teyit etmiştir. Gerek Musul’un gerekse Başika kampının bu alan içerisinde yer aldığını bu antlaşmayı yorumlarken ve mevcut hukuksal süreci değerlendirirken dikkate almak temel bir zorunluluktur.

Üstelik Irak Anayasası’nın 7. maddesinde “Irak’ın terörün bütün çeşitlerine karşı mücadele edeceği ve bu meyanda topraklarının üs, geçiş noktası ve/veya konuşlanma alanı haline gelmemesi için çalışacağı” öngörülmesine rağmen, Türkiye’nin ülkesel yetki sahasına ilişkin tehditlerin önlenmesine ilişkin girişimlerde bulunulmaması Irak’ın gerek ulusal gerekse uluslararası metinlerde yer alan hususlara sadakatte sorun yaşadığı sonucunu ortaya koymaktadır.

Türkiye’nin Irak’taki askeri varlığına ilişkin genel bir değerlendirme yapılacak olursa,

  • BM Güvenlik Konseyi kararları,
  • Terörle mücadelede oluşturulan uluslararası askeri yapının görev ve yetkileri,
  • Türkiye’nin meşru müdafaa hakkı çerçevesinde BM Antlaşması’ndan kaynağını alan kabiliyeti,
  • Irak Merkezi Otoritesinin bölgedeki etki sahasının kısıtlılığı,
  • 1926 Ankara Antlaşması’nın yürürlükte bulunan maddeleri,
  • Irak Anayasası’nın terörle mücadeleye ilişkin hususları,
  • Irak devleti bölgesel yönetiminin rızası,

Türkiye’nin bölgede bulunmasının hukuksal gerekçelerini ortaya koymaktadır ve bu sürece ilişkin meşruiyet tereddütlerini ortadan kaldırmaktadır.

Dr. Levent Ersin ORALLI
Dr. Levent Ersin ORALLI
ANKASAM Uluslararası Hukuk Danışmanı