Aslında bu sorunun cevabı büyük ölçüde belli gibi, zira daha öncesi itibarıyla başlatılan operasyonda yeni bir aşamaya doğru gidildiği görülüyor. Bu kapsamda Reuters’de yayınlanan haber oldukça dikkat çekici.
Söz konusu habere göre; Amerikalı yetkililer, Başkan Donald Trump yönetiminin İran’da olaylar çıkarmak ve Tahran’ın nükleer programına son vermek için konferanslar ve online bağlantılar dahil agresif bir kampanya başlattığını ve isyancı gruplara destek verdiğini ve bu operasyonun Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun desteğiyle yürütülmekte olduğunu söylüyorlar.
İran’ı diplomatik olarak yalnızlaştırma, yaptırımlarla ülkede ekonomik kriz çıkartma ve rejimi devirme şeklinde özetlenebilecek bu kampanyanın Tahran yönetimi farkında olunmalı ki, kendisine yönelik başlatılan operasyona yönelik tepkisini “kuyruğumla oynama” şeklinde ifade ediyor.
Bu kapsamda Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin 22 Temmuz’da yurt dışındaki misyon şeflerine hitaben başkent Tahran’da yaptığı konuşmada, ABD Başkanı Trump’ı sert şekilde uyarırken kullandığı; “Aslanın kuyruğuyla oynama, pişman edicidir.” açıklaması dikkatlerden kaçmamalı. Ruhani, ABD’yi söz konusu operasyonunda daha fazla ileri gitmemesi hususunda uyarıyor ve “Aksi takdirde bizimle çok boyutlu ve herhangi bir sınırı olmayan savaşa hazır ol.” diyor.
Cumhurbaşkanı Ruhani, bu konuşmasında sadece Trump’a gözdağı vermekle kalmıyor, aynı zamanda ABD’nin ülkesine yönelik saldırısına nasıl cevap vereceğiyle ilgili önemli ipuçlarını da veriyor ki, buna İran’ın nasıl bir Avrupa Birliği (AB), İsrail, Körfez politikası izleyeceği de dahil. Dolayısıyla İran Cumhurbaşkanı’nın söz konusu toplantıda verdiği mesajları çok iyi analiz etmek gerekiyor.
Ruhani, Büyükelçiler Üzerinden Hangi Mesajları Verdi?
Adım adım gitmek gerekirse; öncelikle, Ruhani’nin ABD’ye doğrudan şu mesajları verdiğini görüyoruz: 1) ABD’nin şimdiki yönetimi, dünya ve kendi ulusal çıkarlarıyla mücadele halindedir; 2) İran milleti, özgürlük ve bağımsızlık adına kukla diktatör karşısında durdu. Devrim ve İran halkına karşı ABD’den daha müdahalecisi yok. Devirmek, parçalamak, zayıflatmak ABD’nin İslam Cumhuriyeti’ne karşı esas politikalarıdır; 3) İran’ın stratejik derinliği, Doğu’dan yarımadaya, Batı’da Akdeniz’e kadar, Güney’de Kızıldeniz’e ve Kuzey’de Kafkasya’ya kadardır; 4) Amerikalılar şunu iyi bilmeliler ki; İran ile barış, barışların anası ve İran ile savaş, savaşların anasıdır; 5) Tehdit etmiyoruz ve gücümüz caydırıcıdır. Muhakkak ABD’yi yeneceğiz.
İran, bu savaşında İslam dünyasını yanına alabilmek için Filistin-İsrail meselesini de sonuna kadar kullanacağı mesajını veriyor.
Ruhani’nin bu kapsamda verdiği mesajlar aynen şöyle: 1) Beyaz Saray hiçbir zaman şimdiki kadar uluslararası kurallar, İslam dünyası ve Filistin milletine karşı olmamıştır; 2) Bugün her zamankinden ziyade Siyonist rejimin işgal ve saldırganlık temeli üzerine kurulu olduğu anlaşılıyor; 3) Utanmadan “Filistin İslam ülkesi değil” diyorlar, komşular ve Arap dünyasına İsrail’in mahiyeti ile ilgili sözlerimiz kanıtlandı; 4) İnsan haklarının en büyük düşmanı Siyonist rejimdir. Bugün İsrail’in ırkçılığın odağı olduğu kanıtlanmıştır; 5) Dünya ile iyi ilişki kurma peşindeyiz. Komşularla en ilişkiler istiyoruz. Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn’in İran’a yönelik münasebetlerini düzeltmeye çalışıyoruz.
İran’ın bir stratejisi de, aynen Rusya gibi Batı’yı kendi içinde bölmek. Bunun için de nükleer krizi ve Trump’ın tutumunu sonuna kadar kullanacakları anlaşılıyor. Ruhani’nin “3. komplo, nükleer faaliyet” olarak nitelendirdiği bu hususta “Beyaz Saray, Avrupa’nın bizimle yakınlaşmasına hep engel oluyor.” tespiti göz ardı edilmemeli.
İran’ın elindeki bir diğer önemli koz ise su yolları ve yine anlaşıldığı kadarıyla bu sadece Hürmüz ile sınırlı değil. Bu hususu “su kanalının güvenliği” olarak nitelendiren Ruhani’nin “Boğazlarımız çoktur; Hürmüz Boğazı bunlardan sadece biridir.” açıklamasını sadece alternatif petrol-gaz ihracatı güzergâhları olarak değerlendirmemek gerekiyor. Meseleye Kızıldeniz-Süveyş olarak da bakmakta fayda var. Durum böyle olunca İran’ın Yemen-Afrika Boynuzu’ndaki faaliyetleri/varlığı daha bir anlam kazanıyor. Dolayısıyla İran’a yönelik olası bir saldırı, buralarda da yankı bulacağa benziyor.
İran’ın Eli Gerçekte Ne Kadar Kuvvetli?
Peki, gelişmeler Ruhani’nin dediği gibi bir seyir izliyor mu? İran içeride ve dışarıda ne kadar kuvvetli? Sahada istediği desteği alabilecek mi? Örneğin; Filistin meselesinde İran’ın rolüne oradaki gruplar, en azından Hamas nasıl bakıyor? En büyük müttefiki konumunda bulunan Rusya, İran’ın gerçekte ne kadar arkasında? Bu bağlamda Suriye’deki son gelişmeleri ve Helsinki Zirvesi’ndeki İran boyutunu nasıl değerlendirmek gerekir?
Açıkça ifade etmek gerekirse, Suriye ve Irak bağlamında yaşanan son gelişmeler ile birlikte, 28 Aralık 2017 tarihinde başlayan ve inişli-çıkışlı bir seyir izleyen protestolar çok daha farklı bir İran’a işaret ediyor ve bu sefer “Mollalar”ın işi daha zor gibi görünüyor.
Örneğin, “gençlerimizin kanının pahasına teröristleri yendik” açıklamasından birkaç saat önce İran Devrim Muhafızları, Irak sınırında bulunan Seyyidüş-Şüheda Hamza Karargâhı’nın sınır karakoluna ait bir cephanelikteki patlama ve Merivan’daki terör saldırısı sonucu 11 kayıp veriyor. Bunun dışında, Afganistan sınırında artan IŞİD/DEAŞ etkinlikleri de; “IŞİD’in kökünü kazıyıp bölge milletlerini kurtardık.” ifadesinin fazla iddialı olduğunu gösteriyor. Aksi takdirde, son dönemde IŞİD’e karşı ittifak arayışları bağlamında “İran Talibanı” türünden iddialar hiçbir şekilde gündeme gelmezdi…
Dolayısıyla İran’ın işi bu defa gerçekten zor! O zaman rejim kime ve neye güveniyor? Bu sorunun cevabını bir sonraki analizimde yanıtlamaya çalışacağım…