Tarih:

Paylaş:

Röportaj | Ermenistan’dan Gelen Büyük Tehdit: Metsamor Nükleer Santrali

Benzer İçerikler

 

Ermenistan sınırlarında yer alan ve Türkiye’nin 16 km uzaklığında bulunan Metsamor Nükleer Santrali, sadece Türkiye değil; tüm bölge ülkeleri için ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Söz konusu santral, doğa için de yüksek riskler barındırmaktadır. Kullanım ömrü dolmasına rağmen santral, Ermenistan tarafından halen işletilmektedir. Erivan yönetimi ise santral konusunda kendisine yöneltilen eleştirilere kulak asmamaktadır. Bu kapsamda Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM), meselenin tarihi, hukuki, siyasal ve çevresel boyutlarını derinlemesine analiz etmek için Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Esma Özdaşlı’nın görüşlerini dikkatlerinize sunmaktadır.

 

Kullanım ömrü dolmasına rağmen halen çalıştırılan Metsamor Nükleer Santrali, öncelikle Türkiye ve Azerbaycan; daha sonra ise Rusya, Gürcistan, İran ve Orta Asya ülkeleri için büyük bir sorun teşkil etmektedir. Buna rağmen Ermenistan neden santrali kullanmaya devam ediyor?

Alanda uzman birçok uluslararası kuruluş tarafından dünyadaki en tehlikeli ve güvenlik unsurlarından yoksun nükleer santral olarak gösterilen Metsamor Nükleer Santrali, inşa edildiği tarihten itibaren çok sayıda ciddi kaza geçirmiştir. Özellikle de 1988 senesinde meydana gelen 6.9 büyüklüğündeki Spitak depreminden sonra Metsamor’un neden olduğu ve olabileceği güvenlik tehdidi daha net ortaya çıkmıştır. Santral, Spitak’a yaklaşık 100 km’lik mesafede bulunmasına rağmen reaktör çok büyük zarar görmüş ve 1989 yılında “sismik güvenlik açığı” gerekçesiyle kapatılmıştır. Hatta birinci reaktörün içindeki uranyum korumasız olarak reaktörün içinde bırakılmıştır. O dönemde Ermenistan’ın önde gelen aydınları ve çevre gönüllüleri, Metsamor Nükleer Santrali’nin gerek insan sağlığı gerekse doğal çevre açısından büyük bir tehdit oluşturduğunu dile getirmelerine rağmen hiçbir güvenlik önlemi alınmadan 1994 yılında Rusya’yla yapılan anlaşma çerçevesinde Metsamor-2, ekonomik gerekçelerle yeniden faaliyete geçirilmiştir.

Metsamor kaynaklı riskler bununla da sınırlı değildir. Çernobil gibi en eski Rus teknolojisiyle üretilen ve Sovyet döneminden kalan en tehlikeli santral olarak gösterilen Metsamor Nükleer Santrali; Ağrı Dağı fay hattında bulunması, reaktörün soğutulması için kullanılan suyun yetersizliği ve nükleer yakıtını koruyacak koruma havzasının bulunmaması gibi birçok güvenlik ve teknik donanımdan da yoksundur. Aslında Metsamor Nükleer Santrali’yle ilgili en büyük sorun, bu tehdidin dünyaya duyurulması noktasında birtakım eksikliklerin olmasıdır. Böylesi bir ölüm santralinin Avrupa’nın ortasında olduğunu ve Avrupalı ülkeleri birinci derecede tehdit ettiğini düşünelim. Sizce hangi Avrupalı ülke bunu kabul eder?

Elbette böylesi büyük bir tehlike kaynağı olan santral, Avrupa’da olsaydı en azından tüm dünya bu konuyu biliyor ve ilgili devlet üzerinde baskı kuruyor olurdu. Ancak söz konusu olan Ermenistan ve bu santralden etkilenen ülkeler de Türkiye ve Azerbaycan olunca, Batılıların çifte standardı hemen devreye giriyor. Ermenistan’a bu konuda hiçbir yaptırım uygulamayan Batılı ülkeler, sadece cılız seslerle Kafkasya’nın şımarık çocuğu Ermenistan’ı eleştiriyorlar.

Bu noktada Türkiye ve Azerbaycan’ın omzunda büyük bir sorumluluk var diyebilir miyiz?

Kesinlikle. Türkiye ve Azerbaycan’a büyük görevler düşmektedir. Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in de ifade ettiği üzere “bir milletin iki diasporası olmayacağı” için Türkiye ve Azerbaycan’ın uluslararası alandaki lobi faaliyeti de ortak yürütülmeli ve iki ülke arasındaki işbirliği Metsamor konusunda da derhâl ve çok etkin bir şekilde devreye girmelidir. Sadece devletler düzeyinde değil; istikrarlı bir kamu diplomasisiyle uluslararası kamuoyu ve çevre örgütlerinin dikkati de Metsamor Nükleer Santrali’nin neden olduğu veya olabileceği tehlikeye çevrilmelidir. Bu lobi faaliyeti, tehdidin sadece Türkiye ve Azerbaycan için geçerli olmadığı, santralde yaşanabilecek herhangi bir kazanın -Çernobil örneğinde olduğu gibi- tüm çevre devletleri etkileyeceği; hatta reaktörün soğutulmasında kullanılan atık suyun Aras Nehri vasıtasıyla Hazar Denizi’ne ulaştırılması nedeniyle Metsamor’un Hazar’a kıyıdaş tüm ülkeler için de ciddi bir risk taşıdığı şeklinde yürütülmelidir. Bu süreçte Metsamor kaynaklı tehlikelerden etkilenebilecek ülkelerdeki çevre örgütleriyle kurulacak temas da baskının daha etkin olmasına katkı sağlayabilir. Metsamor’un Çernobil’le aynı teknolojiye sahip olması ve Çernobil’de meydana gelen kazanın sadece Ukrayna’ya değil; geniş bir alanda çevre ülkelere zarar verdiği gerçeği, Metsamor’da meydana gelebilecek bir kazanın neden olabileceği tehdidin bölge ülkeleri tarafından idrak edilmesini kolaylaştıracaktır.

1986 yılında 40 bine yakın kişinin ölmesine ve binlercesinin yaralanmasına neden olan Çernobil’de meydana gelen nükleer kazanın etkileri, Türkiye dahil birçok ülkede hâlâ devam etmektedir. Dolayısıyla herhangi bir ülkede yaşanacak bir nükleer kaza, sadece santral sahibi devleti değil; santralden herhangi bir ekonomik fayda sağlamayan çevre ülkeleri de etkileyecektir. Yapılan araştırmalar, nükleer santrallerin insana ve çevreye olan yan etkilerinin 5 ile 30 yıl arasında ortaya çıktığını göstermektedir. Yine araştırmalara göre, Çernobil’in Doğu Karadeniz’e etkisi de yaklaşık olarak 20 yıl sonra net olarak görülmüştür. Bu nedenle Metsamor’un Iğdır ve çevresine verdiği zarar net olarak ortaya çıkmamakla birlikte, Iğdır ve çevresinde son yıllarda kanser vakalarının artması, bitki örtüsünde kurumaların yaşanması ve verimliliğin azalması, sınıra yakın yerlerde hayvanların sakat doğma oranının artması gibi olumsuz gelişmeler bölge halkında ciddi endişelere neden olmaktadır. Benzer şekilde reaktörün soğutulmasında kullanılan atık suyun Aras Nehri’ne dökülmesi de halkın endişelerini artırmaktadır.

Taşıdığı tüm risklere rağmen 2015 yılında Rusya’yla imzalanan bir anlaşma çerçevesinde bakımının yapılması planlanan santralin kullanım süresinin 11 yıl daha uzatılacağı açıklanmıştı. Olası bir patlamada Rusya’nın da olumsuz etkileneceği aşikârken; Moskova neden böyle bir anlaşmayı kabul etti?

Rusya ile Ermenistan arasında Metsamor’la ilgili yapılan anlaşmaya göre, Rus şirketi “Rosatom”, nükleer santralin genel tamir ve ekipman değişiminden sorumlu olacaktır. Aynı zamanda bakım ve personel yetiştirme işlerini de yürütecektir. Dolayısıyla Ermenistan ile Metsamor konusunda yapılan işbirliği, Rusya’ya ekonomik gelir sağlamakta ve Erivan’ın Moskova’ya olan bağımlılığını artırmaktadır. Santralin Ermenistan’ın ihtiyaç duyduğu enerjinin %40’ını karşıladığı düşünüldüğünde, Rusya’nın Ermenistan üzerinde sadece Metsamor üzerinden kuracağı nüfuz daha net anlaşılabilir.

Nükleer santralin 1988 senesindeki depremde zarar gördüğü ve 1995 yılında tekrar aktif hale geçtiği bilinmektedir. Herhangi bir patlama riski olmasa bile santralin bölgede kirliliğe ve kanser vakalarında artışa yol açtığı açıktır. Sovyetler Birliği döneminde ve günümüzde santralin zararlarına ilişkin herhangi bir somut önlem alındı mı?

Aslında Sovyetler Birliği dağılmadan önce, özellikle de 1980’li yıllardan itibaren santralin neden olduğu çevre ve sağlık sorunlarıyla ilgili toplumda tepkiler yükselmeye başlamıştı. Hatta 31 Mart 1986 tarihinde yüzlerce kişi, dönemin Sovyetler Birliği lideri Mihail Gorbaçov’a gönderdikleri bir ihbar mektubunda, Metsamor’un resmi kullanım ömrünü tamamlamadan bile birçok soruna neden olduğunu ifade ederek santralin kapatılmasını istemiştir. Metsamor’dan kaynaklanan radyasyon ve atıkların binlerce Sovyet vatandaşının “yavaş yavaş” ölmesine neden olduğu, bugüne kadar olan kazaların yüzlerce insanın çeşitli hastalıklarla mücadele etmesine sebebiyet verdiği de adı geçen mektupta açıkça belirtilmiştir. Erivan şehri ve nükleer santral bölgesindeki bebek doğumlarının neredeyse yarısının “ölü doğumla” sonuçlandığı da mektupta vurgulanmış ve santralin acilen kapatılması gerektiği belirtilmiştir. Buna ek olarak Ermenistan’ın bağımsızlık sürecinde önde gelen aydınlar ve bağımsızlık hareketi önderleri de 1988 Spitak depreminden sonra santralin kapatılması için girişimlerde bulunmuşlardır.

Tüm bu bilimsel veriler ve uyarılara rağmen ne Sovyet yönetimi ne de Ermenistan’ın bağımsızlığından sonra ülkeyi yönetenler, santrali kalıcı olarak kapatmak için girişimlerde bulunmamıştır. Zaten Spitak depreminden sonra santral geçici olarak kapatılmış, o dönemde Sovyet yöneticileri, Metsamor’un bir daha açılamayacağına ilişkin herhangi bir karar almaktan kaçınmıştır. 20.000’den fazla insanın hayatını kaybettiği böylesi büyük bir faciadan sonra, santral de büyük zarar görmüş ve hatta radyoaktif sızıntı riski bile ortaya çıkmıştır. Fakat bu ortamda dahi “kalıcı kapatmaya” ilişkin bir karar alınamamıştır. Bu da Sovyet yöneticilerinin ve devamında Ermenistan’ı yönetenlerin insani ve çevresel değerleri göz ardı ettikleri gerçeğini ortaya çıkarmakta ve bu konuda gelecek için iyimser tahminlerde bulunmamızı engellemektedir. Unutulmamalıdır ki 2011 senesinde Japonya’da meydana gelen bir depremden sonra kaza yaşanan Fukuşima Nükleer Santrali’nde tüm ileri teknolojiye rağmen radyasyon sızıntısı meydana gelmiştir.

Ermenistan neden Metsamor’a dair eleştirileri ve kapatılması yönündeki baskıları görmezden gelmektedir?

Bu sorunun en net ve basit cevabı ekonomik beklentilerdir. Daha önce de ifade edildiği gibi, bağımsızlığını kazandığı 1991 senesinden itibaren ekonomik darboğazdan kurtulamayan Ermenistan’ın enerjisinin %40’ını Metsamor’dan sağlaması, tüm risklere rağmen santrale yönelik eleştirileri görmezden gelmesinin en önemli sebebidir. Aslında Ermenistan santrali çalıştırma ısrarında bulunarak devletler arası münasebetlerdeki ahde vefa ilkesini de ihlal etmektedir. Çünkü 1999 yılında Ermenistan ile Avrupa Birliği (AB) arasında yapılan bir anlaşmaya göre, santralin 2004 yılına kadar kapatılması kararı alınmış, 2001 senesinde ise Ermenistan, Avrupa Konseyi’ne üye olurken; 2004 yılına kadar santrali kapatacağını kabul etmiştir.

Ermenistan bağımsızlığını kazandığı 1991 senesinden itibaren ciddi ekonomik sorunlarla mücadele etmiştir ve bu sorunlar hala devam etmektedir. Azerbaycan topraklarının işgali nedeniyle artan askeri harcamalar, ülkenin ekonominin darboğaza girmesine neden olmuş ve bu durum, Rusya’ya daha fazla bağımlı olmayı beraberinde getirmiştir. 1993 yılının Nisan ayında Kelbecer’in işgali sonrasında Türkiye ve Azerbaycan’ın uyguladığı ambargo sebebiyle zaten bozuk olan Ermenistan ekonomisi daha da sorunlu hale gelmiştir. Bu süreçte enflasyon oranı hızla yükselmiş ve Ermeni para birimi dramın değeri düşmüştür. Yaşanan bu olumsuzluklar, Erivan yönetiminin Metsamor’u bir koz olarak kullanmasına yol açmıştır.

Sizin de belirttiğiniz gibi Metsamor, Ermenistan’ın enerji ihtiyacının yaklaşık %40’ını karşılıyor. Bu koşullarda söz konusu nükleer santralin kapatılması Ermenistan’ı nasıl etkiler?

Ermenistan ekonomisi büyük oranda Rusya’ya bağımlıdır. Yeraltı zenginliği bakımından fakir oluşu ve denize çıkışının olmamasının getirdiği jeopolitik zorluklar da ekonominin gelişmesinin önündeki en önemli engeller arasında sayılabilir. Bununla birlikte yaklaşık 30 yıl boyunca sürdürdüğü işgal de Ermenistan için ciddi bir ekonomik yük oluşturmuş ve ülkenin Rusya’ya bağımlılığını artırmıştır. Enerji açısından Ermenistan’ın dışa bağımlı olduğu düşünüldüğünde, Metsamor’un kapatılması ekonomik açıdan ciddi bir külfet yaratacaktır. Bu nedenle de Erivan yönetimi, her türlü riske rağmen santrali açık tutmaktadır.

Metsamor Nükleer Santrali’nin bakım çalışmalarına Belarus, Rusya, Slovakya, Ukrayna, Hırvatistan, Çekya ve diğer ülkelerden yaklaşık 400 uzman katılacak ve santral 141 gün kapalı kalacak. Modernizasyondan sonra santralin 2036 yılına kadar işletilmesinin mümkün olacağı iddia edilmektedir. İlk olarak 1976 senesinde açılan santral, 1980’li yıllarda neden olduğu ölümler sebebiyle kapatılmış; ancak 1995 senesinde Ermenistan’ın enerji krizi yaşamasıyla yeniden faaliyete geçmiştir. Sizce enerji krizine bağlı olarak faaliyette bulunan çok eski bir nükleer santral olan Metsamor’un tamamen modernize edilebilmesi mümkün müdür?

Santral, Çernobil gibi en eski Rus teknolojisiyle inşa edilmiştir ve modern güvenlik ve teknik donanımdan yoksundur. Tıpkı Çernobil gibi nükleer yakıtını koruyacak bir koruma havzası bulunmamaktadır. Bu durum, olası bir kaza durumunda radyoaktif maddenin sızıntısını önleyecek kapalı beton kubbenin olmaması nedeniyle -özellikle de bir deprem durumunda- tehlikeyi daha da artmaktadır. Hatta santralin inşa edildiği dönemlerde Sovyet bilim adamları santralin tasarımının hatalı olduğunu dile getirmişlerdir. Ancak buna rağmen inşaat devam etmiştir. 1995 senesinde Metsamor’da inceleme yapan dönemin Atom Enerji Ajansı Genel Müdür Yardımcısı Morris Rosen de Metsamor’un mimari tasarımının hatalı olduğunu kabul etmiştir. Dolayısıyla birinci nesil Rus teknolojisiyle inşa edilen Metsamor’un söz konusu mimari ve donanım eksikliklerinin bütünüyle ortadan kalkması mümkün değildir.

Bildiğiniz gibi, Viyana’daki Avusturya Uygulamalı Ekoloji Enstitüsü’nden Antonia Wenisch, National Geographic’te yayımlanan bir makalesinde, Metsamor’u faaliyette olan en tehlikeli nükleer santrallerden biri olarak nitelendirmiştir. Günümüzde yeşil teknolojinin yaygınlaştırılması çabalarını da göz önünde bulundurduğumuzda, Ermenistan ve Rusya’nın Metsamor için ısrarcı olmaları nasıl açıklanabilir?

Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ve AB de Metsamor’un dünyadaki en tehlikeli nükleer santral olduğunu açıklamıştı. Ermenistan enerji açısından dışa bağımlı olan ekonomisi kırılgan bir ülkedir. Erivan yönetiminin ülkenin enerji ihtiyacının yarısına yakınını sağlayan Metsamor’dan vazgeçerek yeşil teknolojiye yönelmesi, kısa vadede mümkün görünmemektedir. Böylesi bir değişimin ekonomik açıdan Ermenistan’ı zorlaması bir tarafa, Ermeni siyasi elitlerinin de bu yönde bir irade göstereceği düşünülmemektedir.

Ermenistan’ın Gürcistan’a Metsamor’dan çıkan radyoaktif atıklar sattığı yönündeki iddialar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Aslında uzun zamandır Ermenistan’a yönelik bu tür iddialar var. Hatta işgal döneminde Metsamor’dan çıkan nükleer atıkların Karabağ topraklarına gömüldüğü yönünde de iddialar vardı. 27 Eylül 2020 tarihinde başlayan ve 44 gün gibi kısa bir sürede Azerbaycan’ın topraklarını işgalden kurtardığı İkinci Karabağ Savaşı sonrasında Azerbaycan, bölgede hızla imar faaliyetlerine girişmiş ve Ermenilerin doğal çevreye verdiği zararı ortadan kaldırmak için mühim çalışmalara başlamıştır. Çalışmalar ilerledikçe Ermenilerin Karabağ’a nükleer atık gömüp gömmediği de netlik kazanacaktır. İşgal döneminde Azerbaycan tarafından yapılan ölçümlerde bölgedeki radyasyon oranlarının yüksek çıktığını da vurgulamak gerekir.

Ermeni yetkililer, 1970’li yıllara ait Sovyet tasarımı Metsamor Nükleer Santrali’nin Richter ölçeğine göre 8-9’a varan depremlere dayanabileceğini söylüyor. AB ise santralin kaza ve deprem riskinin çok yüksek olduğunu belirtiyor. Bu konuya dair neler söyleyebilirsiniz?

Ermeniler, bu tür iddialarda bulunurken; Metsamor’a 100 km uzaklıkta olan Spitak’ta 1988 senesinde meydana gelen depremden santralin neden bu kadar etkilendiğine açıklık getirememektedir. Zaten santralin bu depremden 3 ay sonra kapatılması da o dönemde Sovyet yöneticilerinin ciddi kaygı duyduklarını göstermektedir. Şu konu da unutulmamalıdır: mevzubahis santralin bulunduğu Garni bölgesi, Ağrı Dağı fay hattında bulunuyor ve deprem gibi ne zaman ve ne ölçüde gerçekleşeceği tahmin edilemeyen bir doğal felaketin Metsamor’u ne derece etkileyeceğini şimdiden kestirmek çok zordur. Bilindiği gibi, Metsamor Nükleer Santrali’nde 2 reaktör bulunmaktadır. 1. reaktörde deprem direnç sistemi yoktur. 2. reaktörün ise 8 ölçeğinde depreme dayanıklı olduğu bilinmektedir.

Böylesi riskleri barındıran bir santrale ilişkin iklim güvenliği konusunda yüksek hassasiyet gösteren Batı’nın yaklaşımı nedir?

Batılı devletler, santralin yeniden çalışmaya başladığı 1995 senesinden itibaren Ermenistan’ı santralin güvenli olmadığı yönünde uyarıyor. Ancak bu eleştiriler, santralin neden olduğu ve olabileceği tehlikeler düşünüldüğünde oldukça cılız kalıyor. Elbette Batı’nın bu ikircikli tavrında Ermenistan’ı kollayan duruşları belirleyici olmaktadır. Sanıyorum Metsamor kaynaklı tehditlere birinci derecede maruz kalmamaları da Ermenistan’a karşı daha caydırıcı önlemler almamalarında etkili oluyor. Ancak Metsamor’a ve onun neden olduğu tehditlere şimdilik uzak olan Batılı ülkeler, santralden yayılan radyasyonun uzun vadede tüm dünyanın ekolojik dengesine bir şekilde olumsuz etkide bulunacağını göz ardı ediyorlar. Unutulmamalıdır ki; açık baca sistemiyle çalışan santralden çıkan radyasyon hava koşullarına bağlı olarak geniş coğrafyalara yayılmaktadır.

Barındırdığı risklerden dolayı Türkiye ve bölge ülkeleri uluslararası bir dava açabilir mi? Güvenlik boyutu olan bu konuda uluslararası hukukun ve uluslararası örgütlerin harekete geçirilebilmesi için ne gibi adımlar atılabilir?

Kaza riski oluşturan santrallerin kapatılmasına ilişkin uluslararası hukukun yaptırım gücünün zayıf olması, bölge ülkelerinin ciddi bir baskı oluşturmasını zorlaştırmıştır. Bu nedenle 40.000’i aşkın kişinin ölmesine ve binlercesinin de sakat kalmasına neden olan Çernobil ile aynı teknolojiye sahip Metsamor’un ivedilikle kapatılması için özellikle bölge ülkeleri uluslararası alanda daha fazla baskı oluşturmak zorundadır.

Son olarak neler söylemek istersiniz?

Sonuç olarak günümüzde nükleer santrallerle ilgili standartlarda olmaması gereken her türlü özelliğin bulunduğu Metsamor’un varlığı, başta santrale 16 km mesafedeki Türkiye olmak üzere Azerbaycan, İran ve tüm bölge için ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Olası bir kazadan en fazla etkilenecek ülke olan Türkiye’nin bu tehdide karşı hem kendi kamuoyunu hem de uluslararası kamuoyunu daha fazla bilgilendirmesi önemlidir. Bu noktada Azerbaycan’la ortak hareket edilmesi de Ermenistan’a karşı daha ciddi bir tavrın oluşturulmasını kolaylaştıracaktır.

Özge ELETEK
Özge ELETEK
Özge Eletek 1999 yılında İzmir’de doğdu. İlk ve orta öğretim hayatını İzmir’de tamamlayan Eletek, 2021 yılında Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur. Çeşitli düşünce kuruluşlarında birçok konferans ve seminere katılan Eletek, Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi’ndeki stajını sürdürmektedir. Halihazırda Dokuz Eylül Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimini sürdürmektedir.