Tarih:

Paylaş:

Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi ve Türk Dünyası

Benzer İçerikler

Türkiye, SSCB’nin dağılmasıyla birlikte Orta Asya ve Kafkaslar coğrafyasında doğan güç boşluğunu doldurma amacıyla Türk Devletleriyle karşılıklı ve çok taraflı işbirliği çerçevesinde ilişkiler kurmaya başlamıştır. Söz konusu bölge ülkeleriyle çeşitli ekonomik, kültürel ve siyasi metinler imzalanmakla yetinilmemiş aynı zamanda ilişkilerin kurumsal boyut kazanması adına, birtakım devletlerarası örgütlenmeler yoluna gidilmiştir. Bu çerçevede 1992 yılında Türkiye Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ev sahipliğinde Türk Dili Konuşan Ülkeler Zirveler Süreci başlatılmıştır.

Nahçıvan’da Ekim 2009 tarihli 9. Zirve’de Türk Dili Konuşan Ülkeler Konseyi (TDİK – TÜRK KONSEYİ) kurulması kararlaştırılmış ve Eylül 2010’da İstanbul’daki 10. Zirve’de Türk Konseyi resmen kurulmuştur. Azerbaycan, Kırgızistan, Kazakistan ve Türkiye’nin üyesi olduğu Konsey’in İkinci Zirve toplantısı eğitim, bilim ve kültürel işbirliği başlıklı gündemiyle 23 Ağustos 2012’de Bişkek’te gerçekleştirilmiştir. Söz konusu zirvede Türk Konseyi’nin sekretaryasına ilişkin anlaşma imzalanmakla birlikte Astana’da Türk Akademisi ve Bakü’de Türk Kültür Miras Vakfı’nın kurulmasına ilişkin anlaşmalar da imzalanmıştır.

Devlet başkanları düzeyinde gerçekleştirilen zirvede gündeme esas teşkil eden konular, tema başlığıyla uyumlu olarak bilim ve kültür odaklıydı. Ancak Zirve öncesi toplanan Dışişleri Bakanları Konseyi’nde konuşma yapan Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu; Türk Dünyası’nda entegrasyon vurgusu yaparak başladığı konuşmasında tarihsel bağların altını çizmiş, Türk Dünyası için önem arz eden Hoca Ahmet Yesevi, Cengiz Aymatov ve Bahtiyar Vahapzade isimleri de konuşmasında referans olarak kullanmıştır. Davutoğlu, Yukarı Karabağ, Kıbrıs ve Afganistan konularına da konuşmasında yer vererek söz konusu organizasyonun siyasi konularda da gayri resmi müzakere platformu olarak değerlendirilmesi gereğine işaret etmiştir. Ayrıca Davutoğlu ekonomik işbirliğinin önemini vurgulayarak gerek demiryolu ve liman projeleri gerekse karayolu ticaret ağının geliştirilmesi gereğini belirtirmiştir. Bunların yanısıra Davutoğlu, Özbekistan ve Türkmenistan’ın da Konsey’e üyeliğinin Türk Dünyası ile ilişkilerde önemli olduğunu ifade etmiştir. Konuşmasında enerji, eğitim ve kültürel konuları da ele alan Davutoğlu Konsey’in BM nezdinde gözlemci üye statüsü kazanması ve Türkiye’ nin 2015-2016 dönemi BM Güvenlik Konseyi geçici üyelik adaylığı konusunda Konsey üyesi ülkelerin desteğinden dolayı müteşekkir olduğunu belirtmiştir.

Türk Konseyi ile ilgili süreçteki gelişmelere baktığımızda Türk dış politikasında Türk Dünyasıyla ilişkilerin önemli bir gündem maddesi olarak yer aldığını ifade etmenin yanlış olmayacağı düşünülmektedir. Bu bağlamda Türkiye karşılıklı ilişkileri geliştirmeye çalışmakla birlikte bölgesel işbirliği mekanizmalarını da dış politika argümanı olarak kullanmaya çalışmaktadır. Fakat Türk Konseyi günümüz itibariyle söz konusu hedeflere cevap verebilecek nitelikleri bünyesinde barındırmamaktadır. Gerek Konseyin kurumsal yapısından kaynaklanan problemler gerekse bölge ülkelerinin dış politika öncelikleri entegrasyon noktasında birtakım sıkıntıları da beraberinde getirmektedir.

İlk olarak bölge ülkelerinin tutumunu ele almak gerekirse Özbekistan ve Türkmenistan, bölgesel ilişkilerde mevcut politik gelişmelere mesafeli duran devletler olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkmenistan’ın daimi tarafsızlık statüsünden dolayı uluslararası veya bölgesel organizasyonlara katılmaması söz konusudur. Bu durum Türkmenistan’ın içsel ve dışsal dinamiklerinin bir zorunluluğu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durum konjonktürel şartların ve bölgesel dinamiklerin pozitif yönlü değişimiyle revize edilebilir. Ancak söz konusu değişimin kısa vadede gerçekleşme ihtimali söz konusu değildir. Uluslararası hukuka uygun birtakım girişimlerle Türkmenistan üyelik statüsü alması imkansızdır. Fakat Türkmenistan’ın gözlemci statüsüyle söz konusu organizasyona dolaylı katılımı halinde entegrasyon sürecine olumlu bir katkı sağlanmış olacaktır.

Özbekistan ise Orta Asya devletleri arasında askeri, politik, ekonomik ve diğer içsel dinamikleri bakımından ön plana çıkmaktadır. Bu özelliklerinden dolayı Özbekistan bölgesel güç olma iddiasıyla dış politikasını şekillendirmektedir. Bu doğrultuda diğer bölgesel aktörlerin kendisini pasifize etmesine karşı çıkan Özbekistan, Türk Devletleri arasındaki uluslararası organizasyonlara kuşkuyla yaklaşmaktadır. Ayrıca Özbekistan ittifaklar sisteminde stabil olmaktan ziyade sürekli bozucu aktivasyonu olan bir ülkedir. Ekonomik veya siyasi bölgesel ya da uluslararası organizasyonlara katılıp katılmama konusunda kendisinin geniş bir hareket serbestisine sahip olduğunu vurgulamaktadır. Bu doğrultuda Özbekistan, Türk Dili Konuşan Ülkeler Zirve sürecine başlangıçta dahil olmuş ancak sonradan oluşumun dışında yer almıştır. Özbekistan siyasi elitinin özellikle de devlet başkanı İslam Kerimov’un ittifaklar konusunda ikna edilmesi gerekmektedir. Kerimov’un bölgesel ve ikili ilişkilerde kendi iktidarına yönelik tehdit algılamasının bertaraf edilmesi halinde söz konusu liderin ittifaklar ve ikili ilişkilerde daha rasyonel davranma ihtimali söz konusudur.

Türk Dili Konuşan Ülkeler Konseyi’nin kurumsal zihniyetindeki zafiyetler ise Türk Devletleri entegrasyonu noktasında ikinci engel olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda Konseyin tam anlamıyla kurumsal yapısını işlevselleştiremediği gerçeği dikkat çekmektedir. Bu ifadenin bir örnekle desteklenmesi gerekirse; Konsey’in resmi web sitesinde ülkelere ilişkin bilgilerin ne yazık ki bütüncül ve tekil bir görünüm sergilemediğini ifade edilebilir. Örneğin üye ülkelerin anayasalarını Konsey üzerinden incelemeye kalktığımızda Kazakistan Anayasası’nın İngilizce metin halinde, Türkiye Anayasası’nın Türkçe metin halinde yer aldığını görmekteyiz. Hatta Kırgız Anayasası ile diğer ülkelerin anayasa metinlerinin aynı alfabeyi kullanmadığını görmekteyiz. Bu durum gerek psikolojik boyutta gerekse idari sistematik anlamında negatif bir noktayı işaret etmektedir. Bu bağlamda hedeflenen entegrasyon ve bugüne dek katedilen yol arasındaki mesafe sorgulanmalı ve özellikle bu noktada karar vericilerin ortak dil çalışmaları yürütmeleri gerekmektedir. Böylelikle tarih, kültür, dil ve ortak çıkar birliği sağlanmalı ve entegrasyon sürecine ivme kazandırılmalıdır.

Son olarak Konsey’in BM sistemine gözlemci üye statünde katılımı gerçekleştirilmelidir. Hatırlanacağı üzere 2011 yılında Konsey’in BM Genel Kurulu’na gözlemci üyelik başvurusu Ermenistan ve GKRY tarafından reddedilmiştir. Söz konusu iki ülkenin bu noktada ikna edilmesi ihtimali oldukça zayıf olmakla birlikte Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine adaylığı aktif şekilde desteklenmelidir.

Türk Dünyasıyla veya Türk Devletleriyle ilişkilerin geliştirilmesi hatta entegrasyonun gerçekleştirilmesi kalbi duyguların bir ifadesi olmaktan ziyade Türkiye ve diğer Türk Devletleri açısından karşılıklı çıkar olgusunun bir dışa vurumudur. Söz konusu ülkeler entegrasyon noktasında fayda – maliyet analizlerini hassas biçimde ele almalı ve rasyonel adımlar atmalıdır. Söz konusu ilişkilerin gelişmesi durumunda gerek sisteme dâhil Türk Devletleri gerekse söz konusu bölge birçok sorunun çözümü noktasında avantaj sahibi olacaktır. Bu bağlamda karşılıklı politik ve ekonomik argümanlara ek olarak Türk Dili Konuşan Ülkeler Konseyi gibi bölgesel örgütler kurumsal boyut kazanmalı ve daha işlevsel hale getirilmelidir.

Dr. Kadir Ertaç ÇELİK
Dr. Kadir Ertaç ÇELİK
ANKASAM Uluslararası İlişkiler Danışmanı Dr. Kadir Ertaç ÇELİK, lisans eğitimini Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde, yüksek lisans ve doktora eğitimini ise Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda tamamlamıştır. Günümüzde Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi olan Çelik’in başlıca çalışma alanları Uluslararası ilişkiler kuramları, Amerikan dış politikası, Türk Dünyası, güvenlik ve stratejidir.