Tarih:

Paylaş:

ABD Karşısında Rusya-Çin Yakınlaşması

Benzer İçerikler

Uluslararası ilişkilerde büyük güçlerin eylemleri, genellikle hegemonya kuramlarıyla birlikte ele alınmakta ve karar alma süreçlerinde rasyonel olup olmadıkları incelenirken farklı teorik yaklaşımlardan yararlanılmaktadır. Soğuk Savaş döneminin çift kutuplu sistemi içerisinde rakibi Sovyetler Birliği karşısında dünya hegemonyası için mücadele veren ABD, genellikle rasyonel tercihlerde bulunan ve rakibini irrasyonel davranışlarda bulunmaya zorlayan bir baskın güç olarak ele alınmaktaydı. Bu bağlamda Soğuk Savaş döneminde Küba Krizi ve U-2 Krizi gibi pek çok kriz, Sovyetler Birliği’nin irrasyonel davranışları şeklinde etiketlenmiş ve hatta İkinci Dünya Savaşı sırasında Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombası, Japonya’nın irrasyonel eylemi olarak sunulan “Pearl Harbor Saldırısı’nın intikamı” şeklinde dünyaya anlatılmıştı.

ABD’nin rasyonel davranışlar sergilediği yönündeki ısrarı, Soğuk Savaş sonrası dönemde de devam etmiş ve 2003 yılında işgal ettikleri Irak’ta kimyasal silahların bulunmadığını ve hata yaptıklarını itiraf etmeleri uzun yıllar almıştı. Benzer şekilde ABD’nin iddialarına göre, 21. yüzyılın ilk çeyreğinde dünya, çok kutupluluk arayışları kapsamında kendisine meydan okuyan Rusya ve Çin gibi aktörlerin “sözde” irrasyonel davranışları sebebiyle topyekûn savaşa sürüklenmektedir. Nitekim Birinci Dünya Savaşı’na giden süreçte Prusyalı Otto von Bismarck, “Bir gün Büyük Avrupa Savaşı, Balkanlar’daki lanet olası aptalca bir şeyden çıkacak.” diye uyarmıştı.[1] Bugün ise ABD, böylesi irrasyonel bir davranışın Rusya’nın Ukrayna, Kırım, Güney Kafkasya ve diğer Asya bölgesindeki “zararlı/saldırgan” eylemleriyle sergilendiğini iddia etmektedir. Washington yönetimi, aynı uyarıları Çin’e karşı da yapmaktadır. Buna göre Çin, güney ve doğu denizlerinde ve özellikle de Tayvan Boğazı’nda “tehlikeli” askeri faaliyetlerde bulunarak “irrasyonel” hareket etmekte ve küresel bir savaşa kapı aralamaktadır.

Günümüzün çok kutuplu düzeninde ABD, dünyanın tek hegemon gücü varsayımıyla ve rasyonel aktör modeliyle hareket etmeye devam etmektedir. Zira 16 Haziran 2021 tarihinde Cenevre’de gerçekleşmesi beklenen Biden-Putin görüşmesi öncesinde Wall Street Journal’da bir makale yayınlayan ABD Başkanı Joe Biden, “Avrupa Birliği’yle (AB) birlikte Rusya’nın Ukrayna’daki saldırgan tutumu başta olmak üzere Avrupa’nın güvenliğine yönelik tehditlerine karşı duruyoruz.” demiştir. Yine Biden’ın önümüzdeki hafta katılacağı ABD-AB Zirvesi’nde kabul edilecek ortak bildirinin taslağında “Rusya’ya prensip olarak yaklaşımımızda fikir birliği içerisindeyiz. Bu ülkenin negatif davranış modeli ile kötü niyetli eylemlerine kararlı bir biçimde yanıt veriyor olacağız.” ifadelerinin yer aldığı belirtilmektedir. Ayrıca Brüksel tarafından hazırlanıp onayı için Washington’a iletildiği öğrenilen taslak bildiride, “Çin’in benzer eylemleri sonucunda ortaya çıkabilecek sorunlar karşısında da danışma ve işbirliği içinde olunması” çağrısı yer almıştır.[2]

Pekin, ABD’nin aşırı biçimde “Çin düşmanlığı” sergilediğini ve ideolojik önyargılarıyla hareket ettiğini ileri sürmektedir. Pekin’e göre, ABD’nin insan hakları meselesindeki tutumu ve Hint Okyanusu’nda Çin’i hedef alan eylemleri tamamen haksız olup paranoya halini almıştır. Benzer şekilde Moskova, ABD’nin politikalarının dünyanın her bölgesinde çıkmaza girdiğini, güçsüzlüğünden ve çaresizliğinden kaynaklanan bir “histeri nöbeti” geçirdiğini iddia etmektedir. Rusya’ya göre ABD, dünyanın pek çok bölgesinde yaşadığı yenilgiler sonucunda, yeniden Soğuk Savaş döneminin refleksleri ve histerisiyle hareket etmeye başlamıştır.

Soğuk Savaş sürecinde olduğu gibi günümüzde de ABD’nin dünyayı kendi hegemonyası altına almaya dönük hırsları, Rusya ve Çin’in yakınlaşmaya başladığı yönünde yorumların yapılmasına neden olmaktadır. Esasında ABD’nin hegemonik hırslarının güçlü şekilde hissedildiği ve baskı altına aldığı uluslararası toplumun mevcut yapısı, Moskova ve Pekin’i beraber hareket etmeye zorlamaktadır. ABD liderliğindeki NATO’nun özellikle Doğu Avrupa’daki müttefiklerini koruma noktasındaki yetersizliği ve 21. yüzyılın ilk çeyreğinde Ukrayna ve Gürcistan üzerinde artan Rus baskısı, ABD’nin Avrupa politikalarındaki başarısızlığını göstermekle kalmamış; aynı zamanda bu durum, Washington’un Moskova karşısında daha saldırgan bir tutum sergilemesine yol açmıştır.

ABD’nin Asya politikalarındaki başarısızlığı, Rusya’nın Ermenistan-Azerbaycan ihtilafına “garantör ve bariyer bir güç” olarak dahil olmak suretiyle Güney Kafkasya’daki yerini sağlamlaştırmasıyla devam etmiştir. Bu başarısızlık, son dönemde Rusya’nın Özbekistan, Tacikistan ve Kırgızistan’la askeri-güvenlik işbirliğine gitmesiyle daha ileri bir boyuta taşınmıştır. Bu sebeple ABD, Afganistan’daki güçlerini Orta Asya ülkelerine kaydırarak Rusya’ya karşı koymak istemektedir. Diğer taraftan Çin’in Orta Asya ve Güney Asya’da sırasıyla Kırgızistan, Tacikistan, Pakistan, Myanmar, Tayvan ve diğer bölge devletleri üzerinde askeri-güvenlik müdahalelerinde bulunmaya başlaması, ABD’nin son dönemdeki “Çin karşıtlığını” ve saldırganlık niyetini artıran gelişmeler olmuştur.

Uluslararası ilişkilerde neo-realist kuramlara göre devletlerin savunmacı politika izlemeleri, saldırgan devletin coğrafi olarak kendisine yaklaşması ve artan saldırganlık niyeti sonucunda ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla ABD hem Rusya hem de Çin’in yakın çevresinde sırasıyla NATO ve QUAD aracılığıyla yeniden güç artırma yoluna gitmektedir. Aslında Rusya ve Çin, yakın çevrelerinde saldırgan realist, ABD karşısında ise savunmacı realist bir çizgi izlemektedir. Moskova ve Pekin’in savunmacı bir çizgide yakınlaşması ise Washington yönetiminin saldırganlık niyetini artırmaktadır. Dolayısıyla dünyayı topyekûn savaşa sürükleyecek olası saldırganlıklar, her şeyden önce Rusya ve Çin’in yakın çevresinde yaptığı askeri-güvenlik hamleleri üzerinden değil; daha çok ABD’nin uzak çevresinde Rusya ve Çin’e karşı yoğunlaştırdığı çevreleme ve baskı stratejisi üzerinden açıklanabilir.


[1] “Will the South China Sea Spark the Next Global Conflict?”, The Diplomat, https://thediplomat.com/2021/05/will-the-south-china-sea-spark-the-next-global-conflict/, (Erişim Tarihi: 07.06.2021).     

[2] “Biden’dan Putin Çıkışı”, Milliyet, https://www.milliyet.com.tr/dunya/bidendan-putin-cikisi-6518736, (Erişim Tarihi: 07.06.2021).     

 

Dr. Cenk TAMER
Dr. Cenk TAMER
Dr. Cenk Tamer, 2014 yılında Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur. Aynı yıl Gazi Üniversitesi Ortadoğu ve Afrika Çalışmaları Bilim Dalı’nda yüksek lisans eğitimine başlamıştır. 2016 yılında “1990 Sonrası İran’ın Irak Politikası” başlıklı teziyle master eğitimini tamamlayan Tamer, 2017 yılında ANKASAM’da Araştırma Asistanı olarak göreve başlamış ve aynı yıl Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Doktora Programı’na kabul edilmiştir. Uzmanlık alanları İran, Mezhepler, Tasavvuf, Mehdilik, Kimlik Siyaseti ve Asya-Pasifik olan ve iyi derecede İngilizce bilen Tamer, Gazi Üniversitesindeki doktora eğitimini “Sosyal İnşacılık Teorisi ve Güvenlikleştirme Yaklaşımı Çerçevesinde İran İslam Cumhuriyeti’nde Kimlik İnşası Süreci ve Mehdilik” adlı tez çalışmasıyla 2022 yılında tamamlamıştır. Şu anda ise ANKASAM’da Asya-Pasifik Uzmanı olarak görev almaktadır.